Bülent İplikçioğlu . Hellenizm ve Roma Çağlarinda Anadolu — 27

Daha önceki bölümlerde Pers egemenliğindeki Anadolu’nun durumuyla başlayıp, İskender’in “Asya Seferi”ni ve Anadolu’da bunu izleyen, M.Ö. 188 yılına kadarki siyasi-askeri gelişmeleri anlatmıştık. Bunu, bu gelişmeler olurken Anadolu’da kentlerin yayılması, kentlerin demografik ve toplumsal durumu ve kent ekonomisi izledi. Bugün yeni bir konuya başlıyoruz:

Hellenistik Çağ Anadolusu’nda Kırsal Kesim ve Kırsal Toplumlar:
Nüfusun ezici çoğunluğunu içinde toplayan kırsal kesimin Hellenistik Çağ’daki durumu, daha iyi bildiğimiz, Anadolu’nun batı bölgeleri için bile, hâlâ tam açıklığa kavuşmamıştır. Elimizde ancak çeşitli yerlerden gelme, çeşitli dönemlerden kalma ya da yalnızca özel birtakım durumları yansıtan, dağınık metinlerden başka bir şey yoktur. Birkaç tane uzun yazıt, kırsal kesimde kent aristokrasisinin elinde büyük mülk bulunduğunu anlatır. Bunların hepsi M.Ö. 3. yüzyıla aittir ve Batı Anadolu’dan (Troas, Mysia, Lydia) gelen yazıtlardır. M.Ö. 3. yüzyılın ortası geçildikten sonra, Romalı Cicero’nun Romalılar lehine kırsal alanda mülk transferi konusunda birtakım bilgiler vermesine karşın, bu tür mülk hakkında hemen hiç belge yoktur. Aynı şekilde, Anadolu’nun büyük yerli tapınaklarının kutsal mülkleri hakkında da Strabon bunları yazıncaya kadar, yani Roma İmparatoru Augustus dönemine kadar, herhangi bir bilgiye sahip değiliz. Neyse ki, Karia ve Phrygia’dan birkaç belge, daha önceki dönemler hakkında verdikleri bilgilerle elimizdeki tabloya katkıda bulunurlar. Buna karşı, köylüler ve köyler, hiç kimsenin varlıklarından şüphelenmesine olanak bulunmadığı halde, tarihçi için birer hayalet olmaktan öteye gitmezler. Yazıtlar sayesinde, kırsal kesimin dinsel yaşamına dair bazı tahminler yürütebiliriz ama, bu kesimin toplumsal ve ekonomik örgütlenmesini bildiğimizi söyleyemeyiz.

Kırsal çevreyi birbirini tamamlayan birçok açıdan ele almak mümkündür. Ne yazık ki, bunlar için elimizde bulunan belgeler Anadolu’nun tümü için hep aynı türden değildir. Elbette bir genelleme yapmak tehlikeli olabilir ama, hiç değilse, çok az aynı türdenliğe sahip bu bütünün içinde kırsal yaşamın birçok cephesini biraz görebiliriz.

Kırsal Kesimin İşletilmesi: Toprak Mülkiyeti
İskender Anadolu’ya geçip mızrağını Asya toprağına saplamakla Akhaimenes Oğulları İmparatorluğu’nun tümüne simgesel olarak el koymuş ve “kılıcının hakkı”nın gereği olarak öncelikli mülkiyet hakkını kesinlikle belirlemiş, bunu kendisine ayırmış oluyordu. Ardılları (‘Diadokhos’lar) bu hakkı miras yoluyla devraldılar. Mantıksal olarak da krallıkların toprağının mülkiyeti krallara aittir. Fakat bu genel ilke, işletme durumunu anlama sorunumuzu hemen çözümlemez ve mülkiyet konusunda birçok kural dışı durumla karşılaşırız. Bazı toprak verme ve toprağı işletme konularını aydınlatan birkaç belge vardır ama, bu metinlerden hareket ederek genelleme yapmaktan kaçınmak gerekir. Çünkü bu metinlerin genel birer örnek olup olamayacağını kesinlikle söylemek mümkün değildir.

Seleukos Krallığı’nda toprakların tümü üzerinde kralın mülkiyeti ile az çok yaygın, kalıcı ya da geçici imtiyazların varlığının bir arada olması birbirlerine ters düşmez. H. KREISSIG’in açıkça gösterdiği gibi, krallık iki bütüne ayrılırdı. Bir yanda kralın toprağı, öte yanda işletme imtiyazı verilmiş toprak. Bir toprak parçasının bu iki kategorinin birinden çıkıp ötekine girmesinde söz hakkı, kralındı. Yani KREISSIG’in bu ayrımını değişmez bir hukuki durum olarak almamak, hareket halinde olan bir durumun geçici görünümü olarak kabul etmek gerekir. İkinci kategoride, yani işletme imtiyazı verilmiş topraklar arasında kent (‘polis) toprakları, örneğin Kyzikos yakınında Laodikeia mülkü gibi komşu bir kente bağlanma hakkıyla satılmış, ya da Assos Aristodikeia’sı gibi, verilmiş topraklar, dinastların toprakları ya da krallarca özerkliği kabul edilmiş tapınak toprakları yer alırdı. Kral, öncelikli haklarından feragat etmeksizin ve toprak üzerine vergi salma yetkisini elinde tutmayı sürdürerek toprağın mülkiyetini kesin olarak birisine bırakabilirdi. Buna karşı, krallık toprağı üzerinde, toprağın bazı parçalarını dostlarına ya da ‘kleroukhos’lara (yerleşmeciler) bıraktığı olsa da, kendisinin mülkiyet hakları tümüyle uygulanırdı. Anlaşıldığına göre, Bithynia’da da durum buna çok benziyordu. Belki, Roma’nın Bithynia’yı miras yoluyla ilhak etmesinden az önce, kentin malı olan toprakların dışındaki bütün topraklar krala aitti. Pergamon Krallığı’nda da, aynı biçimde, krallık toprakları (‘basilike khora’) vardı. Bunların büyüklüğünü tam olarak bilmiyoruz. Fakat anladığımıza göre kent topraklarının dışında kalan, yani kırsal kesimdeki her şeyi kapsıyorlardı.

Aslına bakılırsa, köylerle dolu geniş topraklardan oluşan bu krallık mülkü hakkında pek az şey bilinir. O köylerde kralın temsilcileri belki işletmeyi yönetiyorlardı. Fakat en çok kralın gelirlerinin toplamasını denetim altında tutuyorlardı. O dönemde Anadolu’yu kaplayan geniş ormanların büyük bir bölümünün kralın mülkü içinde yer aldığı sanılmaktadır. Nitekim, Sardes’te bulunan, daha önce de sözünü ettiğimiz, bir yazıt Seleukoslar’ın kent yakınlarında bir ormana sahip olduklarını, o ormanın kerestesinin Sardes’teki onarım işlerinde kullanılacağını gösterir. Kralların depremlerden ve başka yıkımlardan zarar görmüş kentlere aynî, yani mal olarak, verdikleri hediyeler düşünülünce, bunun da yaygın bir uygulama olduğu anlaşılır. Taş ocakları ve maden ocaklarıyla ilgili elimizde hiçbir belge yoktur ama, onlar için de durumun aynı olduğu düşünülebilir. Akhaimenes krallarına ait, onların temsilcilerince işletilen “cennet”lerin (‘paradeisos’), yani Pers kraliyet bahçelerinin, bazı bakımlardan örnek değer taşıyan o koskoca mülklerin ne olduğunu da merak ediyoruz. Herhalde onlar da Seleukos krallık mülkü içine girmiş olsa gerek. Ne var ki, bunu kanıtlayamıyoruz.

Bu bilgiyi beğendiniz mi? Lütfen arkadaşlarınızla paylaşın
İlginç Haberler
Bir cevap yazın

;-) :| :x :twisted: :smile: :shock: :sad: :roll: :razz: :oops: :o :mrgreen: :lol: :idea: :grin: :evil: :cry: :cool: :arrow: :???: :?: :!: