Bülent İplikçioğlu . Hellenizm ve Roma Çağlarinda Anadolu — 32

Hellenistik Çağ Anadolusu’nda kırsal kesim konusuna bugün de devam ediyor ve bu konuyu tamamlıyoruz.
Kırsal Toplumlar ve Kırsal Yaşam: Yaşam Biçimleri, Yerlilerin Kültürleri ve Tapınçları
Kırsal kesim insanının yaşam biçimi, Antikçağ yazarlarını hemen hemen hiç ilgilendirmemiştir. Çünkü bu yazarların hepsi birer kentliydi ve zorunlu olmadıkça kent dışına yolculuk yapmazlar, kent dışıyla ilgilenmezlerdi. Hellenistik Çağ’dan elimizde hiç değilse yazarların düşsel yaratıları konusunda bir fikir edinebileceğimiz ne bir roman ne de bir ‘rhetor’ (hatip) söylevi kalmıştır.

Fakat kırsal toplulukların belli başlı sorunlarından birinin güvensizlik olduğu pek kuşku götürmez. Bütün savaşlarda olduğu gibi M.Ö. 3. yüzyıldaki Galatlar’ın akınlarından da kentlerden çok köyler sıkıntı çekmişlerdir. Ephesos ile Priene tiranı Hieron arasındaki savaşta asıl kurbanın, kırsal kesim nüfusu olduğu açıkça görülür. Çünkü durumu düzeltilmek istenen borçlulardan hep “çiftçi” diye söz edilir. Keza, bir yaşam biçimine dönüşmüş olan eşkıyalık ve korsanlık kentlerde ve oralardan da çok kentlerin kırsal kesiminde (‘khora’) korkuyu hep gündemde tutardı.
Kentler bu kır eşkıyasıyla dağ korucularından (orophylakes) ve bugünkü jandarmaya benzeyen kolluk güçlerinden oluşan bir milisle başa çıkmaya çalışırlardı. M.Ö. 2. yüzyılda ya da 1. yüzyılda Aiolis bölgesindeki küçük Temnos kentinde (Menemen’in kuzeydoğusundaki Görecekale) çıkarılmış bir kararname, Smyrna’lı yurttaşların ‘polis’ topraklarından haydutlarca kaçırıldığından söz eder. Mysia’nın kuzeyindeki Miletoupolis’te Hellenistik Çağ sonunda haydutlarca öldürülmüş bir yurttaşın anısına dikilmiş bir mezar taşı vardır. Başka bir mezar taşı da haydutlara karşı mücadele etmiş Myrleia Apameia’sından bir adamı över. Fakat Karia’nın ve Lykia’nın dağlık bölgelerinde eşkıyalık daha yaygındır. Orada örneğin Moagetes gibi bir tiran, haydut başı gibi görünmektedir.

Isauria’da Romalı P. Servilius Vatia’nın ve özellikle Dağlık Kilikia’da Pompeius’un başarılı savaşlarından sonra bile hâlâ direniş noktaları vardı. M.Ö. 51/50 yılında Cilicia Eyaleti’nde vali (‘proconsul’) iken Amanos Dağları’nda (Nur Dağları) bir askeri hareketi yöneten Romalı Cicero, belki kendi yaşamında olmayan bir şeyin, askeri başarıların üzerinde durmak, onları daha belirginleştirmek için biraz abartma eğilimi içinde, bu harekâtı ve dağdaki çevresi surlu köylere nasıl saldırdığını ayrıntılarıyla anlatır. “Özgür Kilikia’lılar”ın merkezi olan Pindenissos Köyü elli yedi gün dayanmıştır. Pes ettirmek için Romalılar’ın tüm kuşatma becerilerini işleme sokmaları gerekmişti! Cicero bunları, “Atticus’a Mektuplar”da anlatır. Herhalde bu direniş noktaları Anadolu’da sanıldığından da çoktu. Isauria’daki ‘Orondei’ ve ‘Homonadei’, Dağlık Kilikia’daki ‘Kietai’, M.Ö. 1.yüzyılın ta sonuna, hattâ M.S. 1. yüzyılın ortasına kadar bu işi sürdürmüş örneklerdir. Anadolu’ya giren Partlar bu adamlar arasından kendilerine yardımcı da bulmuşlardır. Kilikia’lı haydutlar kısa süre önce Suriye’yi işgal etmiş olan Partlar’ın gelmesini dört gözle beklemişlerdi. Antik yazar Strabon Roma İmparatoru Augustus’un döneminde Mysia ormanlarının haydutlara (Gourdiokome’li Kleon) çok uygun olduğunu yazar ve burada pek yabanıl biçimde yaşayan kabileleri anlatır.
Kırsal kesim, Anadolu’da yaşayanların etnik bakımdan ne kadar çeşitli olduğunu gösterir. Kentler yaşama ve düşünme yollarını homojenleştirmeye çalışırken, kırsal kesim, bazı alanlarda yüzeysel bir Hellenleşme olsa da, atalarından gelen alışkanlıkları korumuştur.

Bu kırsal tutuculuk kendini önce dil alanında, yerli dillerin Hellence karşısında bırakılmamasında gösterir. Bu diller yalnızca linguistik bir görünümden fazla bir şey anlatır, yani tam bir “yerli kültür”ün varlığını belli eder. Hellenistik Çağ’dan Karia, Lykia, Lydia, Pamphylia dillerinde yazıtlar kalmıştır ama, bu da herhalde konuşulan dillerin çeşitliliğini tam olarak yansıtmaktan çok uzaktır. M.Ö. 1. yüzyılın sonunda Strabon, Kibyra’da (Gölhisar) dört dil, yani Pisidia dili, Hellence, Lydia dili ve Solymos dili kullanıldığını yazar. Şurası kesindir ki, bugün elimizde yazılı hiçbir örneği kalmamış olan, Lystra’daki (Konya İli Meram İlçesi Hatunsaray Beldesi Gökyurt Köyü sınırları içinde kalan antik kent) Lykaonia dili gibi birtakım diller de Roma İmparatorluk Çağı’na kadar konuşulmuştur. Bunun en iyi kanıtı, Bizans Çağı’nın başlangıcına kadar yakın bir zamanda kutsal kişilerle ilgili yazılarda, yani ‘hagiographia’da bu yerli dillere gönderme yapılmasıdır (Örneğin, Amasralı Aziz Hyakinthos için yargıcın bir tercüman istemesi). Roma İmparatorluk Çağı söz konusu olduğunda bu noktaya yeniden geleceğiz.

Yerli özel adlar incelendiğinde yerli geleneklerin gücü az çok anlaşılır. Elbette, bu adların kökenini kesin olarak belirlemek mümkün değildir. Anadolu epigrafyasının ünlü ismi L. ROBERT bıkıp usanmadan yerli ad uyduranlarla uğraşmıştır. Yine de coğrafya ve kronoloji göz önüne alınarak aydınlatıcı sonuçlara varılabilir. Nitekim, ROBERT kent adlarının hızla Hellenleştiğini gösterir. M.Ö. 4. yüzyıldaki Sardes elçilerinin hepsinin adı birer yerli adıyken, Roma İmparatorluk Çağı’nın başlarında aynı kentte yerli adlar azalmıştı. Değişme herhalde daha M.Ö. 3. yüzyılın içinde başlamıştı. Karia’da İskender zamanından kalma bir yazıtta birçok Karia’lı ada rastlanır. Aynı bölgede M.Ö. 168 yılından başlayarak, biri dışında, ‘stefanephoros’lar (bir rahiplik görevi) hep Hellen adları taşımışlardır. ROBERT, M.Ö. 2. yüzyılda Karia’daki Iasos’un tiyatrosuna bağışta bulunmuş kimselerin listesinde Karia’lı ad bulunmadığını yazar. Phrygia Apameia’sında Roma İmparatorluk Çağı’nda, birkaç yerli adın yanında, kentte hemen hemen tümüyle Hellen ya da Latin adları görülür. Fakat Hellenistik Çağ’da, Phrygia’da M.Ö. 5./4. yüzyılda Kelainai’a (bugünkü Afyonkarahisar İli’nin Dinar İlçesi’nde) yerleşmiş Persler’in torunlarında, kent yönetimi sorumluları da dahil olmak üzere, İran adları koyma geleneğinin sürdüğü gözlemlenir.

Kırsal kesim söz konusu olduğunda durum bu kadar kesin ayrılmalar göstermez. Hellenistik Çağ’ın sonlarında ve Roma İmparatorluk Çağı’nda, Lydia’da hemen hemen hiç yerli ad kalmamıştı. Oysa ROBERT haklı olarak şu zıtlık üzerinde durur: Bir yandan tanrıların yerel sanlar taşıdıkları çok diri kalmış bir dinsel gelenek, öte yandan en sıradan Hellen adlarının potasında erimiş şahıs adları… Aynı şey Phrygia ya da Karia için de söylenebilir. Hellenistik Çağ’ın sonunda Hellenizm, Phrygia’nın içine iyice işlemişti. Karia’da Hekatomnos Oğulları’na gönderme yapan birkaç tarihsel adın dışında adların Hellen adı olması sıradan bir şeydi. Halbuki tanrı (Sinuri, Osogoa) ve kabile adlarında tek bir Hellen izine rastlanmazdı. Sinuri adına Hellence bir takı bile gelmezdi. Fakat bu durumu Pisidia’nın bazı bölgeleriyle, Lykaonia, Isauria, Dağlık Kilikia ile karşılaştırınca bir zıtlık göze çarpar: Oralarda Roma İmparatorluk Çağı’nda yerli adlar iyice kök salmış durumdaydı.

Görülüyor ki, kırsal toplumların özgünlüğünü göstermek için adlara fazla güvenmek ihtiyatsızlık olur. Din bize adlardan daha fazla bilgi verir. Yerel tanrılar hakkında Roma İmparatorluk Çağı’na ayırdığımız bölümde ayrıntılı bilgi verilecek, orada sorun bütünüyle ele alınacaktır. Dillerin ve tapınçların Roma İmparatorluk Çağı’na kadar, hattâ daha da sonraya kalması, Anadolu’da kırsal kesimin geleneksel kültürleri korumada oynadığı rolü gösterir.
Hellenistik Çağ’da Anadolu’nun kırsal toplumlarının incelenmesini hangi sınırların çevrelediği görülüyor. Bir köy arkeolojisinin olmaması, Antikçağ kadastro ve parsellemelerinin incelenmesindeki gecikme, bunların hepsi çalışmaların yenilenmesinde birer köstektir. Her şey hâlâ sayıları az ve kırsal kesim yaşamının ancak birkaç görünümü aydınlatan, mülk sahiplerini ya da kentin yönetim makamlarını konu alan metinlerin incelenmesine dayanıyor. Elbette dinsel ve kültürel yaşama göndermeler yapabiliriz, bunların özgünlüğünü seziyoruz, ama bu alanda sahip olduğumuz belgelerin büyük bölümü Roma İmparatorluk Çağı’ndan kalmadır. Bu nedenle de, belgelerin sırasını bozmamak için bu konuyu ileride ele almak uygun düşer. Ayrıca, şurası açıktır ki, kent (‘polis’) modelinin ve onun içerdiği Hellenleşmenin cazibesi ve saygınlığı o modelin yayılmasına katkıda bulunmuş, o model geleneksel yerli toplumların üzerine oturarak o toplumların işleyişini görmemizi engellemiştir.
[ANADOLU’DA ROMA ÇAĞI İLE DEVAM EDECEK]

Bu bilgiyi beğendiniz mi? Lütfen arkadaşlarınızla paylaşın
İlginç Haberler
Bir cevap yazın

;-) :| :x :twisted: :smile: :shock: :sad: :roll: :razz: :oops: :o :mrgreen: :lol: :idea: :grin: :evil: :cry: :cool: :arrow: :???: :?: :!: