Anadolu’da Roma Çağı’nın ilk evresinde (M.Ö.133-31) kentler konusuna devam ediyoruz.
M.Ö. 1. Yüzyıl Faciası
Burada ‘Asia’ Eyaleti ahalisinin, daha önce sözünü ettiğimiz Mithridates Savaşları sırasında, sonra Roma İç Savaşı’nda ya da Partlar’ın Anadolu’yu istilasında neler çektiğini bir bir sıralayacak değiliz ama, tüm Anadolu’nun, kendisini M.Ö. 2 Eylül 31’de Octavianus ile Marcus Antonius ve Mısır Kraliçesi VII. Kleopatra arasında Ion Denizi’nde gerçekleşen ve Akdeniz dünyasını tümüyle değiştiren Aktion (Actium) Deniz Muharebesi’nin arifesinde hemen hemen tam bir yıkıma götüren çöküş burgacı içine hangi acımasız baskılar ve düzeneklerle nasıl düştüğünü birkaç ayrıntıyla anlatmak zorunlu gibi görünüyor. Bunları da, ülkemizin başına bir zamanlar gelen işler olarak, ibretle okumak gerekiyor:
Önce şunu belirtmek gerekir ki, daha önce sadece ‘Asia’ya yöneltilmiş olan baskılar, kötü uygulamalar Birinci Mithridates Savaşı’ndan sonra tüm Anadolu’ya da yayılmıştı. ‘Publicanus’lar daha M.Ö. 74 yılında Bithynia’da iş başındaydılar, hattâ “özgür kent” (‘civitas libera’) olan Pontos Herakleia’sını (Karadeniz Ereğlisi) isteklerine boyun eğmeye zorlamışlar, bu da o kentte oturan Romalılar’ın daha sonra kılıçtan geçirilmesine yol açmıştı. En geç M.Ö. 68/67’den başlayarak Pontos’un tümü vergiye tabi olmuştu. Bunu, Mithridates’in oğlu II. Pharnakes’in M.Ö. 48/47’de babasının krallığını yeniden eline geçirirken iç işlerine Roma’nın karışmasının belirtisi olan ‘negotiator’ (tüccar) ve ‘publicanus’lara (vergi toplayıcı) ölüm ya da hadım edilme cezaları vermesinden anlıyoruz. Gerçekte ‘publicanus’ların elinden yakasını kurtarmış eyalet yoktur. Cicero mektuplarında bunu defalarca söylemiştir. Hiçbir vasal (korunuk) kral da ‘negotiator’ların girişimlerinden masun kalmamıştır.
Anadolu’daki eyaletlerin yıkımına neden olan felaketlerin arasında birbirine bağlı, fakat sonuçları aynı türden olmayan birçok olayı ayrı ayrı ele almak gerekir: Bir yandan Mithridates Savaşları, hiç şüphesiz, nüfusu azaltmış, kentleri yakıp yıkmış, mal ve tarımsal ürünün yağmalanmasına, bütün eyaletlerde servetlere el konulmasına yol açmış, köylüleri kaçırmıştır. Savaşa bağlı olan bu felaketler, M.Ö. 47 yılında Pharnakes’e karşı olan savaşta, M.Ö. 43/42’de “Caesar Katilleri”nin (“Kurtarıcılar”) Anadolu’daki varlığı sırasında, sonra da M.Ö. 40’ta Partlar’ın istilasında yinelenmiştir. Elbette etkilenenler her zaman aynı bölgeler, aynı kentler değildir. Fakat kâh birinin kâh ötekinin sefaleti derinleştikçe eyaletlerin ekonomisi bütün olarak darbe yiyordu. Savaşın getirdiği bu karışıklıklara bir de maliyenin olağanüstü savaş durumunu eklemek gerekir. Örneğin, M.Ö. 48 yılında Metellus Scipio’nun istediği (Pompeius’un kayınpederi Metellus Scipio, Ephesos’taki Artemis hazinesini ele geçirmekte başarısız olmuştu ama, ‘publicanus’lardan son iki yıllık ödenmemiş ‘tributum’ ile bir sonraki yılı avans olarak istemişti), Brutus ve Cassius’un istedikleri on yıllık, hemen ertesi yıl Antonius’un istediği dokuz yıllık ‘tributum’ ödemelerinin öne alınması bu çerçevede söylenebilir. Bunun yanı sıra kentlerin ve tapınakların yağmalanmasını da unutmamak gerekir. Metellus Scipio, birliklerinin kışlaması için ‘Asia’nın en zengin kentlerine yönelmiş, birkaç tanesini de kendini askerlere sevimli göstermek için yağmaya açmıştır. Antonius, ünlü heykeltraş Myron’un Samos (Sisam) Heraion’undaki (Hera Tapınağı) üç tane heykelini kaçırtmıştır. Octavianus bunları daha sonra geri verecektir. Cicero’nun da dediği gibi, Roma’daki ‘Forum’da (‘Forum Romanum’) ‘Asia’ ve ‘Achaia’dan gelen birçok heyet, tapınaklarından kaldırılmış tanrı tasvirlerini, filan ya da falan yerden tanıdıkları bütün öteki heykel ve değerli eşyayı “derin saygıyla” seyrediyordu. Verres, ‘Achaia’da, ‘Asia’da ve Pamphylia’da kendine koca bir sanat eseri koleksiyonu oluşturmuştu. Romalılar’ın yağmasının bundan daha iyi bir örneği yoktur.
Ama herhalde en acı olanı, böyle istisnai durumlarda değil, yönetimin, ‘publicanus’ların, Romalı iş adamlarının günlük uygulamalarındaydı. Eyalet valisinin onlar için, onların çevresi ve askerleri için el koyup alabildikleri, ‘tributum’, savaş ödeneği diye önceye etkili olarak istenen tutarlar, bütün bunlar kentlerin çok büyük paralar ödemesine yol açıyordu. ‘Cilicia’ valiliği sırasında kent maliyelerine yüklenmemeye çalışan bir Cicero’ya karşı kim bilir kaç tane sıkılmaz, utanmaz yönetici vardı?! Cicero hiçbir talepte bulunmak istemediğini birçok kez hatırlatır: “Ne var ki, buradaki zavallı kentleri teselli eden şey, ne benim için, ne ‘legatus’um ne ‘quaestor’um ne de herhangi bir kimsem için hiçbir harcama yapmamaları. Bil ki, ne ot kabul ediyoruz ne de genellikle Iulius Yasası uyarınca verileni; odun bile kabul etmiyoruz, bir dam altı dört döşekten başka, kimse bir şey almıyor”. Cicero’nun bu erdemli davranışı karşısında bir de Verres’in küstahlığına bakalım: ‘Bithynia’ya bir görevle giderken Lampsakos’ta (Lapseki) öyle rezalet çıkarmıştı ki, halk tarafından yuhalanmıştı. Aynı adam Miletos’tan Myndos’a giderken kendisine eşlik etsin diye bir Miletos gemisine el koymuş, sonra da varacağı yere varınca, gemiyi Mithridates’in hizmetine geçmiş iki Romalı’ya satıvermişti! Roma ‘legatus’larının ve ‘promagistratus’larının çoğunluğu, bir yerden bir yere giderken, tüm gereksinimlerini ülkenin sırtından çıkarmayı âdet edinmişlerdi. Vali çıkıp gittikten sonra da, kentler adamı övmek üzere hemen Roma’ya elçilik heyetleri gönderirler, yine bir masrafa girerlerdi. Kendinden önce ‘Cilicia’ Eyaleti’nde görevde bulunan Appius Claudius’u övme heyeti göndermemek için izin rica eden kente bu izni veren Cicero, Appius Claudius’a bu davranışının gerekçesini açıklar.
‘Publicanus’ların talepleriyle sanki bir limon gibi sıkılan kentler ödünç veren kimi bulurlarsa ondan borç almak zorundaydılar. Çünkü kendi vergileri ya ağır aksak toplanıyor ya da hiç toplanamıyordu. Cicero bunu da birçok kez yazmıştır. Kentler M.Ö. 68’deki Gabinius Yasası’ndan beri Roma’dan da borç alamıyorlardı. Yani, hemen o anda elinde hazır parası bulunana, iş adamlarına ve ‘publicanus’lara borçlanıyorlardı. Kentlerin aldıkları borçlardan söz eden birçok metin günümüze ulaşmıştır. Lucullus’un ‘Asia’ Eyaleti’nde %12 olarak saptadığı yasal orana, sonra Cicero’nun ‘Cilicia’da saptadığı, ancak aylık birleşik faiz olanağıyla birlikte, aynı orana tefeciler uymuyorlar ve %48’e kadar faiz istiyorlardı. Uygulanan faize göre, Kypros’taki (Kıbrıs) Salamis’lilerin borcu, bu yolla, yirmi iki ay içinde 84 ‘talanton’dan 102 ‘talanton’a (yasal faiz) ya da 200 ‘talanton’a (Romalı tefecinin istediği faiz. Romalı tefeci de Brutus’tan başkası değildi) yükselmiştir. Borçların artış hızı öylesine yüksekti ki, kentlere hiçbir kurtuluş yolu ya da umudu kalmıyordu. Rakamlar çok büyüktü. Örneğin, Cicero’nun bir dostunun oğlu olan T. Pinnius’un Nikaia’dan (İznik) sekiz milyon ‘sestertius’ (iki milyon ‘denarius’) alacağı vardı.
[ANADOLU’DA M.Ö. BİRİNCİ YÜZYIL FACİASI DEVAM EDECEK]
Resim: M. Tullius Cicero’nun büstünden detay (M.Ö. 1. yüzyıl), Musei Capitolini, Roma.