Bülent İplikçioğlu . Hellenizm ve Roma Çağlarinda Anadolu – 47

Anadolu’da Roma Çağı’nın ilk evresinde (M.Ö.133-31) kentler bağlamında “M.Ö. 1. Yüzyıl Faciası” konusuna devam ediyoruz:
Daha önce anlattığımız koşullarda mali durum düzelemezdi. Birçok kent, borçlarını ya da ‘tributum’unu (Roma’ya ödemesi gereken vergi) ödeyemez durumdaydı. Örneğin, Cicero M.Ö. 50 yılında, o tarihte kendisinin yönetim alanı içinde olan Lykos Laodikeia’sından yazarak, eyaletindeki (‘Cilicia’) kentlerin içinde bulunulan beş yıllık dönemin yıllık kiralarını ‘publicanus’lara ödeyemediklerini, bir önceki dönemden bile borç takmış olduklarını söylüyordu. Bazen kentin Roma maliyesine vergi borcunu ödeyip ortak tapınaklara katkı payını ödeyemediği olurdu. O zaman moratoryum ilan etmek, hattâ borçların silinmesine gitmek gerekiyordu. Hukukî nitelikli yazıtlardan öğrendiğimize göre, Ephesos’ta daha Mithridates Savaşı bitmeden borçların bir bölümü ertelenmişti. Ilion’da M.Ö. 77 yılında şöyle bir kararname çıkarılmıştı: “Kentlerin içinde bulunduğu acıklı durum herkesçe kabul edildiğinden, bundan böyle Tanrıça’ya borçlu olunan paraya %1,66 oranında faiz uygulanacaktır. Önceki yılların faizleri silinecektir. Ancak on yıl sonra yasanın öngördüğü %6,66’lık faize dönülecektir”. Bu, kentler için Tanrıça’nın maliyesinden gülünç denecek kadar düşük faizle uzun vadeli borç almak demekti. Yine de bu durumla Roma egemenliği arasında doğrudan bir bağ bulmak zordur. Çünkü yerel ‘koinon’un ortak şenlikleri kutlamalarında kentlerin, yöneticilerin ve ‘agonothetes’lerin ödeme gecikmeleri daha M.Ö. 3. yüzyılın sonunda ortaya çıkmıştı.

Büyük çoğunluk o derecede fakirdi ki, kent içi vergiler bile ödenemiyordu. Elbette bunda en zenginlere, hele Romalılar’a tanınan bağışıklıkların kent hazinesini zorunlu girdilerden bile yoksun bırakmasının payı vardı. Daha önce yazdığımız, M. Feridius’un talebini burada hatırlatalım. Hastalık öylesine yaygındı ki, Sulla ve Caesar durumun tersi yönde bir adımla, Roma vatandaşlarının kent vergilerinden kaçınmamaları gerektiğini hatırlatmışlardı. Sulla’nın Khios’ta (Sakız) ve Caesar’ın Mytilene’de (Midilli) mülk sahipleri ve Roma yurttaşlarını kente olan borçlarını ödemeye zorlayan konuşmaları vardır. Kamu açıklarını kapatabilmek için kentler hemen o anda ne çare bulurlarsa ona başvururlardı. Antik tarihçi Appianos’a göre, tiyatrosunu, ‘gymnasion’unu, surlarını, limanlarını rehine koyan kentler görülmüştü. Hattâ kutsal yapılar bile bu uygulamadan payını almış, Aiolis Kyme’sinde kent, Dionysos Tapınağı’nı satmak zorunda bile kalmıştır. Bu olay, tapınağı satın almış olan kişinin daha sonraki bir imparatorluk kararnamesine karşın tapınağı geri vermek istememesi dolayısıyla bilinir (M.Ö. 27)! Gerçekte el değiştirenler bu yapılara bağlı olan dükkân gibi, işlik ya da ticaret yerleri gibi gelir kaynaklarıydı. Buraları kentin gelirini oluştururdu ve böylece borçların ödenmesine tahsis edilmiş oluyorlardı. Bazı kentler de sanat eserleriyle borçlarını kapama yoluna gitmiştir. Örneğin, Kos (İstanköy) Apelles’in eseri olan çok ünlü Aphrodite heykelini elden çıkarmak zorunda kalmıştı.

Kentlerin ve kişilerin böyle borçlanmaları bir yandan Romalı ve İtalyalılar, bir yandan da zengin Hellenler lehine pek çok servet aktarımına yol açmıştır. Hellen kentlerinin yasaları taşınmaz mal sahipliğini yalnızca kent yurttaşları ve kırsal kesimin bağımlıları için öngördüğü halde, gittikçe daha çok olmak üzere yabancıların, en çok da Romalılar’ın taşınmaz mal sahibi olduğu görülüyordu. Bu, alacağa karşı haczedilen mallardan ileri geliyordu. Örneğin, Lydia’da, Apollonis’te ve Pergamon’da iş tutmuş bir kimse olan Romalı şövalye Appuleius Decianus, yüksek faizle alınan borç ödenemediği için, Aiolis’teki Temnos’ta birtakım toprakların sahibi oluveriyordu. Yazık ki, Cicero faiz oranını vermemiş. Keza, daha önce sözünü ettiğimiz, Puteoli’li Cluvius, Alabanda’lı Philokles ve Marcus ve Gaius Furius adlı iki sarraf da, Temnos’lu Herakleides ve onun kefili Hermippos aleyhine mülk sahibi olmuşlardı. Yeni malikler vergi bağışıklığı da alınca, yerel maliye içinde bulunduğu kısır döngüden bir türlü çıkamıyordu.

Sulla, Lucullus, Caesar ve – en azından kendi eyaletinin çapında olmak üzere – Cicero tarafından girişilen reform hareketleri hemen hemen hiçbir kalıcı iyilik getirmemiştir. Bu başarısızlığın birçok nedeni olabilir ama, sözü edilen yöneticilerden hiçbirinin, Roma’da siyasal desteğine ihtiyaç duyduğu adamların çıkarlarına sürekli biçimde karşı çıkamamaları bile yeter bir nedendi. Öte yandan o reformların da ne kadar işe yarar şeyler olduğu tartışılabilir. Örneğin, M.Ö. 84 yılında Sulla’nın kırk dört tane vergi dairesi kurması, vergi adaletini hedefliyordu, böylece yük daha iyi dağılacaktı diye yorumlanabilir. Fakat, ‘publicanus’ların hemen dönüp gelmeleri gösteriyor ki, Sulla’nın bu adamların görevlerini kötüye kullanmalarına pek de aldırdığı yokmuş. Yani, M.Ö. 84 yılında vergi toplama işinin kentlerce yapılması sadece bir ivedi çözümdü. ‘Publicanus’lar kılıçtan geçirildiği, Roma’daki vergi taşeronu firmalar da kendisinin siyasal karşıtlarının eline düştüğü için, çaresizlikten, kentleri geçici olarak bu göreve davet etmişti. Cicero, Sulla’nın vergisini ödemek için tekrar ‘publicanus’lara başvurduklarını yazdığına göre kentlerin yine de bu işi beceremedikleri anlaşılıyor.
[ANADOLU’DA M.Ö. BİRİNCİ YÜZYIL FACİASI DEVAM EDECEK]

Bu bilgiyi beğendiniz mi? Lütfen arkadaşlarınızla paylaşın
İlginç Haberler
Bir cevap yazın

;-) :| :x :twisted: :smile: :shock: :sad: :roll: :razz: :oops: :o :mrgreen: :lol: :idea: :grin: :evil: :cry: :cool: :arrow: :???: :?: :!: